Anneliğin ilk günleri herkesin
bildiği gibi son derece zor ve hassas bir dönem. Hele ki prematüre bir meleğin
annesi olmanın güçlüklerini bilmiyorum hangi kelimeler anlatabilir… Ne yazık ki
hiç beklemediğim kadar erken bir zamanda, hiç beklemediğim kadar küçük bir bebeği
doğurmak zorunda kaldım ve bu güçlüklerle bizzat tanıştım. Benim için fiziksel,
ruhsal, psikolojik anlamda çok ağır bir süreç böylece başlamış oldu. Şaşırdım,
afalladım, “anne” olduğuma inanamadım. Hemen arkasından hiç durmayan gözyaşları
geldi. Sadece dua ettiğim ve ağladığım günler… Doktorlar 24 saatin, ilk 3
günün, bir haftanın çok kritik olduğunu söylediklerinde, satır arasında
belirtilen aslında onu her an kaybedebileceğim gerçeği idi.
Ama ne oldu biliyor musunuz?
Bir mucize oldu. Bebeğim hayata tutundu. Her geçen gün çok ama çok yavaşça,
kaplumbağa hızında ilerledi. Evet yoğun bakımdakilerin en miniğiydi, evet en
zor büyüyeniydi ama büyüyordu işte kızım. Sonradan öğrendim ki bir prematüre
bebeğin anneliği esas hastaneden çıktıktan sonra başlıyormuş. Çünkü olay sadece
ona kilo aldırmak değil, annesinin karnında eksik geçirdiği günleri ona
dışarıda yaşatabilmeye çalışmak, her türlü olasılığa ve sıkıntıya hazır
olmakmış.
Her prematüre bebeğin
hikayesi birbirinden farklıdır. Erken doğum nedeni, doğum kilosu, hikayesi vs.
Ama hepsinde aynı olan şeyler de yok değil. Anne sıcaklığı ve tensel temasın
müthiş iyileştirici etkisi gibi… Ya da emzirmede yaşanan sıkıntılar gibi… Benim
bebeğim doğduğunda maalesef bırakın biberonu, ağzından hortum yardımıyla ancak
beslenebiliyordu. Bu nedenle biberona geçmek büyük bir adım demekti. Ama iş emzirmeye
gelince işte bu konu büyük bir sorun oldu. Ne yazık ki tatlı kızım biberon
emmeye o kadar alıştı ki memeyi hiç bir zaman kabul etmedi. Hiç emzirememeyi
bir kenara koyuyorum, gelen sütü her seferinde 3 saatte bir düzenli aralıklarla
sağmak, sonra tüm kap kacakları yıkayıp, sterilize etmek, süt ve kilo aldırıcı
mamalarla kimya ödevini andıran karışımlar yapıp onu beslemek… İşte normal bir
anne göğsünü açıp kapatırken, benim her öğünde yaşadığım süreç buydu.
Bir de yetmezmiş gibi
minik kuzum biberon içerken sık sık boğazına kaçırırdı ve tabi ben de aklımı
kaçırırdım her seferinde. Ters döndürüp boğulmasın diye sırtına vurduğum
anların sayısını yazsaydım, sanırım astronomik bir rakam elde ederdim. Üstüne sonra kusma mevzusu
eklendi. Her bebek kusar, bizimki ise karşı duvara fışkırtıp, tüm evi ve tabi
bendenizi sütle boyuyordu. Sonradan öğrendik ki bunun bir adı varmış “reflü”
diye. Besleme faslı 1 yemek, 2 kusmak şeklinde mehter marşına döndü. Kilo
aldırmaya azmettikçe o kusmaya daha çok meyillendi. Belki biraz ben sebep oldum
yedirmeye çalıştıkça bilmiyorum.
Hiç unutamadığım kıyafet
konusu var ayrıca. Aldığım cicili bicili kıyafetler bebeğimin yanında devasa
fil kıyafetleri gibi kaldığından, özel prematüre giysilerinden satın almam
gerekti. Ama nereden? Çünkü nereye sorsanız bedenler sıfır aylıktan başlıyor.
Erken doğan bebeklerin suçu yok, ülkemiz bu konuda az kaynaklara sahip. Sağ olsun
çevrem, arkadaşlarım yardımcı oldu da birkaç prematüre tuluma kavuşabildik.
Tüm bunların toplamında
ben ne lohusalık krizleri yaşadım, ne gözüm başka bir şey gördü. Tüm gücümü,
benliğimi o kadar ona adamıştım ki kendimle ilgilenemedim. İyi yanı o meşhur
lohusa depresyonlarından yaşamadım, kötü yanı yaşadığım onca stres uzun vadede
duygularım, sağlığım üzerinde etkisini gösterdi. Hayatta her şeyi anı anına
yaşamak lazımmış.
Şimdi ne mi hissediyorum?
İki çocuk büyütmüş kadar yorgunum. Hiç emziremedim, boğulma krizleri ve başka
sağlık sorunlarıyla uğraştım, gelişimi ile ilgili her aşamada ekstra uğraştım, iki
kat, üç kat yoruldum. O günleri hatırladığımda gözlerim yaşarmadan duramıyorum.
Ama şimdi hissettiğim şey sadece ve kocaman bir MUTLULUK o kadar! Kızım 3
yaşını Mayıs ayında bitirdi. Anne ilgisi ve sevgisinin üzerinden gelemeyeceği mucize
yok! İyi ki hayatımda ve iyi ki onun annesiyim J
Prematüre bebekle ve
süreçle ilgili sorularınız için bana ulaşabilirsiniz;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder