30 Temmuz 2015 Perşembe

Anne Değil de Baba Olsaydınız Eşinize Nasıl Destek Olurdunuz?



Çoğunlukla tüm kadınlar annelik iç güdüsüyle dünyaya geliyorlar. Peki hiç düşündünüz mü, anne değil de baba olsaydınız ne olurdu? “Hamileyim” kelimesiyle bir anda “Baba” olsaydınız şimdiki deneyimlerinizle eşinize tüm bu süreçte nasıl yardımcı olurdunuz? Kabul ediyorum biz kadınlar, karnımızda taşıdığımız ağırlıkla, tepemizdeki sanki dans eden hormonlarla ve doğumdan sonraki lohusalıkla pek de huylu olmuyoruz:) Ama yine de bu süreçte baba olduğunuzu öğrenen siz olsaydınız eşinizin nasıl yanında olurdunuz? Ben baba olsaydım hamilelikle başlayan ve ilk birkaç ayla devam eden zor süreçte eşimin yanında şöyle olurdum:

Babalık heyecanı eşinin hamilelik zamanıyla başlıyor. Hamilelikte bilindiği gibi annenin hormonları çılgınlar gibi vücudunda dans ediyor. Bu zamanda eşimi rahatlatmak için elimden geleni yapmaya çalışırdım. Sokakta annesinden süt içen kedilere ve uçamayan minik martı yavrusuna bakıp bir anda ağlamaya başladığında, hamilelikten dolayı unutkanlıkları başlayıp bundan şikayet ettiğinde, hamileliğinin ileri seviyesinde ayakları şiştiği için ayakkabılarını giyemediğinde, karnındaki tekmelerden dolayı geceleri uyuyamadığı için uykusuz olduğunda, doğum olduktan sonra nasıl bir anne olduğunu düşünüp endişelendiğinde ona sadece sarılır, öper ve “Bugünler geçecek sadece hamileliğinin tadını çıkar. Bebeğimiz doğduğu zaman da ben her zaman yanında elini tutuyor olacağım” derdim. Kendisi hamilelik, bebek bakımı ve çocuk yetiştirmeyle ilgili kitap okuduğunda ve benim de okumamı beklediğinde oflamak yerine ilgili davranır, ”Bana da bir kitap seçip verir misin ben de şu doğum zamanı neler yapacağımızı öğreneyim artık dimi” derdim. Okumasam bile gerçekten bir gün işe yarayabileceğini düşünerek, eşim okuduklarını anlattığında onu daha dikkatli dinler kafama birkaç püf nokta yazardım. Eminim bir gün işime yarayacaklar:) Odayı yaparken eşim ne isterse onun isteklerini kabul eder, hangi puseti isterse geçiştirmek için değil gerçekten en çok o kullanacağı için “Senin içine hangisi siniyorsa” diyerek işini kolaylaştırırdım. Kısaca hormonların dışında en az 12 kg alıp vücudunun zorlu bir sınavdan geçtiği bu hamilelik döneminde her zaman yanında olur, elini tutar ve hep yanında olacağımı söylerdim. 

Doğum zamanı geldiği zaman ise o sancıların içinde önce sevdiğim kadının acı çekmesine dayanamadığımı kendime itiraf ederdim. Ama sonunda beraber el ele kucağımızda bebeğimizle eve döneceğimizi hem ona, hem de kendime söylerdim ki ikimiz de biraz rahatlayalım. Onunla nefes alır, ona söz verdiğim gibi hep elini tutardım. Bebeğimizi gördüğümüzde ise hayatın yeni bir anlam kazandığını, hayatımızın en özel anın bu an olduğunu kabul edip, eşime bu muhteşem anda göz yaşlarımla eşlik ederdim. Doğum sonrasında emzirirken de, bebeğimiz ağladığında da ne olduğunu ve ne yapmam gerektiğini anlamasam da onu rahatlatmak adına “Halledeceğiz dur bakalım” diyip bebek hemşiresini çağırırdım. Hastanede kafasını karıştıran durmadan konuşan anneleri kibarca odadan uzaklaştırmak için hastane kantininde bir kahve ısmarlamayı teklif eder, odadan çıkarken de bebek hemşiresini veya fikirlerine güvendiğimiz tek bir anneyi eşimin yanına yollardım. Sağlıklı bir doğumun ardından bebeğimi ve eşimi öperek evimize getirirdim. 

İlk günlerimizde ise eşimin doğum sonrası ağrıları ve duygusal olarak lohusalık zamanlarının başladığını düşünerek bana çok iş düştüğünü bilirdim. Bebeğimiz bize, bizim de ona alışana kadar elimden geldiğince yanında olur, yoğun bir iş tempom varsa o zaman akşam seanslarını ben devralır, eşimin en ihtiyacı olduğu şey olan uykusunu almasını sağlardım. Alt değiştirme, gaz çıkarma, biberonla mama hazırlama, hatta belki yıkama konularından bir veya birkaçını kendi üzerime alır ve onlarda daha iyi olmak için her gün istikralı söz verdiğim şeyi yapmaya çalışırdım. Çünkü bilirdim ki eşim için bir işi bile ben üstüme alsam onun daha fazla nefes almasını  sağlayabilirdim. Hafta sonları ise mümkünse 1 saat bile olsa bebeğimizi alıp tek başıma parka götürür, böylece eşimin telaşla banyo yapmak yerine rahat rahat yapmasını, 10 sayfa bile olsa kitap okumasını, gazeteyi eline alıp gündemi takip edebilmesini, televizyonu açıp boş boş bakmasını, çayını alıp telefonda arkadaşıyla rahat rahat konuşmasını veya biraz ihtiyacı olan uykuya teslim olmasını sağlayabilirdim. Haftada bir veya birkaç gece annelerimizi ayarlayıp eşimin kusmuk bezlerinden, dağılmış saçlarından, ev kıyafetlerinden ve süt sağma aletinden ayrılıp kendisini iyi hissetmesi için güzel giyinmesini sağlar ve onunla baş başa dışarıda zaman geçirirdim. Ve en önemlisi onu bu kadar karmaşanın içinde, dağınık saçları, mama bulaşmış tişörtü, uykusuzluktan morarmış göz altlarıyla bile hala güzel bulduğumu, anne olarak onla gurur duyup, eşim olarak da ne halde olursa olsun hep güzel bulduğumu çokça söyler ve hissettirirdim. Çünkü bilirdim ki esasında, hele ki ilk zamanlarda, en çok duymak istediği şey budur...


Genel olarak bu zorlu geçen süreçten sonra ise; aşık olduğum kadından bir bebeğim olduğu için her gün önce eşime, sonra Tanrı’ya teşekkür eder ve bebeğimin her anında yanında olarak onun hafızasında bir sürü babasıyla geçen anıları biriktirmesini sağlardım. En önemlisi ise Amerikalı bir eğitimici Theodore Martin Hesburgh’un; “Bir babanın çocuklarına yapabileceği en büyük iyilik, onların annelerini sevmektir” sözünü kendime durmadan hatırlatırdım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder